Markalar için Yeni Persona: Sentetik Tüketici
Sentetik tüketicilerin yükselişi, pazarlamayı insanın değil simülasyonun yönlendirdiği bir döneme götürüyor.
Erman Taylan’ın Soft Commitment bülteni sayesinde “LLMs Reproduce Human Purchase Intent via Semantic Similarity Elicitation of Likert Ratings” adlı makaleden haberim oldu. Yazıyı okuduğumda orada anlatılanların bir araştırmanın ötesinde, insanın pazarlamadaki yerini sessizce elinden alan bir süreç olduğunu gördüm.
Yazıda pazarlamacıların yıllardır ölçmeye çalıştığı insan davranışının artık bir model tarafından yeniden üretilebildiği anlatılıyor. “Semantic Similarity Rating” (SSR) adı verilen yöntemle yapay zekâ, insanların ürünlere verdiği tepkileri kelimelerden değil de anlam düzeyinden okuyor.
9.300 kişiyle yapılan 57 tüketici araştırmasının sonuçlarıyla neredeyse birebir örtüşen bu sistem, pazarlamacıların yıllardır “insanı anlama” dediği süreci bir simülasyona dönüştürüyor.
Fakat burada kritik bir dönüşüm başlıyor. Model, insanı anlamıyor, insanı ikna ediyor. Ve pazarlama tarihinde ilk kez “gerçeği temsil etmek” ile “gerçeğin kendisi olmak” arasındaki çizgi bu kadar bulanıklaşıyor.
Yeni Bir Tüketici Sınıfı
“Sentetik tüketici” dediğimiz bu yeni kitle, gerçek insanların davranışlarını taklit eden, duygularını tahmin eden ve kararlarını önceden simüle eden yapay zekâ modellerinden oluşuyor.
Yapılan bir araştırmaya göre, markalar bu yöntemle ürün testlerini üçte bir maliyetle tamamlayabiliyor. Yani artık bir kampanya için binlerce kişiye ulaşmaya gerek yok. Bunun yerine birkaç model yeterli.
Fakat asıl olay burada başlıyor. Bu sistemlerle birlikte markalar artık insanı veriyle anlamıyor, veriden yeniden üretiyor. Bu modeller yalnızca gerçek kullanıcıları temsil etmiyor zamanla onların yerini alıyor.
Pazarlamanın kalbinde, insanın tutarsızlığı var. Neden mantıksız kararlar veriyoruz, kötü seçimlerin sebebi ne? Bugün bu tutarsızlıkların hepsi algoritmaların gözünde yalnızca hatalı veri. Pazarlamayı istatistikten ayıran da aslında mantıksız ama anlamlı olan o insan davranışıydı. Peki şimdi bu davranış ortadan kalkacak mı?
Gerçeği Taklit Etmenin Bedeli
SSR sistemlerinin en etkileyici yanı, insan davranışını neredeyse kusursuz biçimde yeniden yansıtabilmesi. Bence asıl tehlike de burada başlıyor. Model gerçeğe yaklaştıkça, markalar gerçeği aramaktan da vazgeçecek. Yani müşteri gerçeği dediğimiz kavram modelin ürettiği bir simülasyona dönüşecek.
Qualtrics’in 2025 verilerine göre pazarlamacıların %71’i, önümüzdeki üç yılda topladıkları verilerin yarısından fazlasının sentetik yanıtlarla üretileceği öngörüsünde bulunuyor. Bu, insanı tamamen ortadan kaldırıp onun sesine benzeyen bir yankıyı dinlemek anlamına geliyor.
Burada aklıma şu soru geliyor. Bu model insan gibi düşündüğünde, pazarlamacı gerçekten insanı mı anlıyor yoksa kendi ürettiği yankının sesini mi dinliyor?
İkna Eden Sistem ve İkna Edilen İnsan
Bugün sistemler insanı analiz etmiyor, ona önceden karar verdiriyor. Bridgewater’ın yazısında da vurguladığı gibi sentetik persona yapıları artık kullanıcıdan öğrenmiyor, kullanıcıyı yönlendiriyor.
Bir marka yeni bir ürün testine başlamadan önce binlerce sentetik tüketiciyi devreye alıyor. Hangi mesaj tonunun işe yarayacağı, fiyat eşiğinin satış getireceği ya da hangi kampanya dilinin dikkat çekeceği baştan belli.
Bu dönüşüm, pazarlamayı sezgiyle karar arasında kurulan köprünün ötesine taşıyor. Artık sezgiyi makineye, kararı ise modele bırakıyoruz. Böylece pazarlama, bir davranış bilimi olmaktan çıkıp bir tahmin mühendisliğine dönüşüyor diyebiliriz.
Bunun ötesinde modelin her doğru tahmini, insandan biraz daha uzak bir pazarlama düzeni yaratacak. Öyle bir sistemle karşı karşıyayız ki model insanı ikna ederken, pazarlamacı da modele ikna olacak.
İnsanı Dışarda Bırakan Pazarlama Anlayışı
Yapay tüketicilerin en büyük sorunu, kusursuz olmaları. Bir insanın önyargısı, ani fikir değişimi ya da hataları bu yeni personada yok.
Sentetik kullanıcılar tutarlı yanıtlar veriyor ama şaşırtmıyor. İçgörü üretmeyip istatistik üretiyorlar. SSR gibi sistemler, insan davranışını mükemmel biçimde taklit edebiliyor. Fakat bu tutarlı taklit pazarlamanın yönünü de kaybettiriyor.
Bir müşteri ankette çelişkili cevap veriyor, bir diğeri mantıksız bir sebeple karar değiştiriyor. Bunların hepsi sezgi ile hareket ettiklerini gösteriyor. Model ise bu alanı göremiyor çünkü onun dünyasında çelişki yok.
Kusurun Değeri
Bir müşteri aynı ürünü iki farklı sebeple satın alabilir. Biri gerçekten ihtiyacı olduğu için diğeri de kendini ödüllendirmek istediğinden. Model bunu göremez. Çünkü duygusal bağlamı ölçemez. SSR niyeti yakalar ama nedeni kaçırır. Bir anlamda insanın “ne yapacağını” bilir fakat “neden yaptığını” asla anlayamaz.
İnsanın karar verme süreci belirli bir eksende ilerlemez. Bu da pazarlamada sezginin değerini artırır. Model ise sezgiyi tamamen ortadan kaldırıyor. Bu nedenle pazarlama da ruhunu kaybediyor.
Kusur, aslında pazarlamanın en insani yönü. Hatalar, kararsızlıklar ve çelişkiler olmadan insanın karar verme sürecini anlamak zor. Markalar ise bu kusurları düzeltmeye yönelmez. Anlamaya çalışır ve buna yönelik stratejiler üretir.
SSR ise kusursuzluğu hedefliyor. Bu açıdan bakınca da karşımıza insanı anlamaya çalışmayan sadece kusursuz bir simülasyon çıkıyor.
Gerçeği Geri Kazanmak
SSR gibi sistemler markalar için çok büyük kolaylık sağlıyor. Gerçek kullanıcıya ulaşmadan içgörü toplamak, ürünü piyasaya sürmeden tepkileri test etmek, milyonlarca dolarlık araştırmayı birkaç saatte tamamlamak hiç olmadığı kadar kolay. Fakat aynı zamanda tehlikeli.
Markalar artık insanı dinlemiyor, onun yerine insanı simüle eden sesi dinliyor. Stripe–OpenAI işbirliğiyle gelen ACP gibi protokoller, tüketicinin kararını hızla tamamlayan sistemler kuruyor. Karar süreci insandan alınıp modele devrediliyor.
Pazarlama ikna sürecinden çıkıp algoritma yönetimine doğru evriliyor. Bu dönüşüme markalar nasıl ayak uyduracak?
Tüm süreci LLM’lere bırakmak, kısa vadede verimlilik sağlayacak. Fakat uzun vadede markayı insandan uzaklaştırıp, körleştirecek.
Yapılması gereken aslında insanı tekrar sürecin merkezine koymak. Modelin hızından yararlanırken, insanın sezgisini koruyan bir denge kurmak gerekiyor.
Tüketiciyi dinleyen, duygusal boşlukları fark eden, çelişkileri analiz eden markalar fark yaratacak. Yapay zekâ hayatımıza girdiğinden beri unutuyoruz ama hâlâ pazarlamanın merkezinde insan var. Eğer bu sistemlerin hakimiyetinde bir strateji inşa edersek bir yerde insanın eksikliğini fark edeceğiz.



Veysel eline sağlık, çok faydalı bir yazı olmuş. "Modelin hızından yararlanırken, insanın sezgisini koruyan bir denge kurmak gerekiyor." cümlesi çok çarpıcı. Tam da bu dengeyi (50-50 olmak zorunda değil) tutturan markalar geleceğe yön veren markalar olacak, sonuna kadar katılıyorum.
"insanın sezgisini koruyan bir denge" ye giden en kısa yol insanın irrasyonelliğini modellemek olabilir gözüküyor.