Süperzekâ: Güç Sende Artık!
Meta, süperzekâ çağını başlatmak istiyor ve kullanıcıyı merkeze alacağı bir sistem inşa edeceğini iddia ediyor.
Meta CEO’su Mark Zuckerberg, geçtiğimiz hafta herkesin kişisel bir süper zekâya sahip olacağını bir sistem üzerinde çalıştıklarını açıkladı. Bu yapay zekâ gördüğünüzü görecek, duyduğunuzu duyacak, sizin adınıza karar alacak. Üstelik tüm bunları akıllı gözlükler gibi cihazlar aracılığıyla, hayatınızın tam ortasında yapacak. Ama mesele teknolojinin ne yaptığı değil kimin adına yaptığı.
Zuckerberg bunun adına “bireysel güçlenme” diyor. Fakat sistemin modeli Meta'nın, cihazı Meta'nın, verisi Meta'nın. O zaman da aklıma şu soru geliyor:
Bu gerçekten bireyin güçlenmesi mi yoksa platforma daha sıkı bağlanmanın yeni adı mı?
Sizin için Düşünen Bir Sistem
Meta bu yıl, yapay zekâ için 69 milyar dolarlık sermaye harcaması yapıyor. Donanım, veri merkezi, mühendis transferleri, model eğitimi ve giyilebilir cihazlar için ayrılan bütçe bu. Ama asıl amaç, kullanıcıyı hem dijital hem fiziksel düzeyde içine alan bir sistem kurmak.
Süperzekâ, sizin gördüğünüzü gören (akıllı gözlük), duyduğunuzu duyan (gömülü mikrofon), bildiğinizi bilen (etkileşim belleği) bir yapay zekâ aslında. Her hareketinizi kaydeden, tercihlerinizi ezberleyen ve zamanla sizi sizden iyi tanıdığını iddia eden bir sistem. Fakat bu zekâ sizin değil. Bağlandığı cihaz Meta’nın. Eğitildiği model Meta’nın. Karar altyapısı Meta’nın. Yani sistem size ait değil. Siz sisteme aitsiniz.
Ve bu sistem, sizi merkeze alarak çalışan, ama asıl kontrolün sizde olmadığı bir düzene işaret ediyor. Zuckerberg bunu “kişisel güçlenme” diye pazarlıyor olabilir. Ancak tüm etkileşim noktaları, bir şirketin tasarladığı kapalı bir ekosistemde gerçekleşiyorsa, bu gerçekten güç mü yoksa algoritmanın içinde şekillendirilmiş bir özgürlük hissi mi?
Bağımsız Asistan
Zuckerberg, yeni dönemin merkezine bireyi yerleştiriyor ve “Kendi potansiyelinizi gerçekleştireceksiniz” gibi bir motto ile bu tanımı yapıyor. Fakat bu potansiyelin tanımı platformun belleğiyle sınırlandırılmışsa buna özgürlük demek fazla iyi niyetli olur.
Biz bu döngüyü daha önce gördük. Tıpkı sosyal ağlarda olduğu gibi önce bağımsızlık duygusuyla başlıyor. Sonrasında sistem sizi tanıdıkça ona göre yönlendirme yapıyor. Benim düşüncem, bu yapı şimdi de kişisel asistan adıyla yeniden pazarlanıyor. Bu kez eldeki veri sadece sosyal medya değil. Gözlükler, sesli komutlar, konum verisi ve sürekli açık olan bir dinleme altyapısı da devrede. Özgürlük hissi verirken insanlara karar alanı bırakmayan bir sistemin inşası üzerine konuşuyoruz.
Süperzekânın Katmanları
Süperzekânın çalıştığı tüm katmanlar Meta’nın elinde:
Model: Llama 4 sonrası geliştirilen ve kendi kendine öğrenebilen yapılar.
Donanım: Ray-Ban iş birliğiyle satılan akıllı gözlükler.
Platform: WhatsApp, Instagram, Facebook gibi milyarlarca verinin beslendiği mecralar.
Veri: Sürekli kayıt hâlindeki bireysel davranış verileri.
Burada bireyin kendi zekâsını geliştirmesi için açık bir altyapıdan bahsedemeyiz. Tersine, Meta’nın altyapısına entegre olmuş bir model geliştiriliyor.
Karar Mekanizması Nasıl Çalışıyor?
Meta’nın amacı, kullanıcıya bilgi sunmaktan çok karar süreçlerini sadeleştirmek. Süperzekâ, ne yapmanız gerektiğini önermeyecek aslında belirleyecek.
Ne izleyeceğinizi mi merak ettiniz? Zaten size önerilmiş olacak.
Ne satın alacağınızı mı düşünüyorsunuz? Zaten sepetinizde olacak.
Kampanya mı yapacaksınız? Zamanı ve kanalı süperzekâ seçecek.
Bu sistem dışarıdan bakıldığında zaman kazandırıyor gibi gözükebilir. Ama kararların bu hale gelmesi kullanıcı açısından bir soruyu gündeme getiriyor: Kimin tercihleri işleniyor, benim mi, bana ait gibi sunulan sisteminkiler mi?
Markalar açısından durum daha radikal. Kullanıcıyla doğrudan ilişki kurdukları dönem kapanıyor mu sorusu akla geliyor. Ürününü tanıtmak, görünür olmak, ikna etmek -eğer bu sistem olursa- tüm bunların tüketici açısından bir karşılığı olacak mı?
Çünkü satın alma kararları kullanıcıdan önce modelin belleğinde şekillenecek. Yani süperzekâ seni önerirse varsın, önermezse kullanıcının karşısına çıkman oldukça zor. Kullanıcı karar verme alışkanlığını sisteme bıraktığında marka da görünürlük hakkını algoritmanın insafına bırakmış olacak.
Sistemin Esiri Olmak ya da Olmamak
Zuckerberg’in vizyonu, kulağa birey-odaklı gibi geliyor. Ama tüm kontrol unsurlarına bakıldığında ortaya çıkan tablo şu: Platformlar kullanıcıyı sadece desteklemiyor, aynı zamanda şekillendiriyor. Veri, öneri, donanım ve altyapı hepsi tek bir çerçevenin içinde sunuluyorsa, bireysel süperzekâ bir bağımlılığa dönüşebilir.
Kullanıcı tarafından bakıldığında kendi karar alışkanlıklarını korumak için sistemin önerdiğini sorgulayan, geciktiren ve zaman zaman reddeden bilinçli bir pratik geliştirebilirler. Yoksa fark etmeden kendi adına karar alınmasına razı olan bir kullanıcı profiline dönüşürler. Meta istediğini yapabilirse olacak olan da bu aslında.
Markalar açısından ise durum biraz daha karışık. Yapılması gereken herkesin söylediği o bilindik cümle ile algoritmaya uyum sağlayıp, kullanıcıya önermesi adına gerekli adımları atmak.
Peki herkes bu sistemin içerisinde var olmak için çaba harcarken başka bir yol mümkün mü?


